19 Aralık 2010 Pazar

Birinin sevgilisi olmak..


Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!

Biraz korunmak, biraz şımarmak...
...
Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!...

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!

Sabahları uyandığımda "günaydın sevgilim" mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!

Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara... Gülümsediğim için daha çok çalışmak...

Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi...

Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!

Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum "neredesin" diye, "Hımm kim aradı bakayım" diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun..

Biliyo musun ne oldu?" ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur.
Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. "Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş" falan desin bi de sonunda...

Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.
Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz:):)

15 Aralık 2010 Çarşamba

Hiç Hayallerinizden Sıfır Aldınız mı?


Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir “0″ ve “Dersten sonra beni gör” uyarısı vardı. “Neden “0″ aldım?” diye merakla sordu hocasına, çocuk..
“Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal” dedi, hocası.. “Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız” ve ekledi: “Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm.”
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
“Oğlum” dedi babası “Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!.”
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
“Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin” dedi..
“Ben de hayallerimi..”…..
O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen, geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine “Bak” dedi, “Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken, hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
Allah’tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın.”

28 Kasım 2010 Pazar

O, yedek sevgili!



Kimi sevsem, onun hep uzakta bir sevdiği vardı, unutamadığı ilk aşkı ya da onu terk edip giden sevgilisi...
Kimi derinden sevsem, o bir başkasını derinden hatırlardı.
Öylesine çok sevdim ki onları, başkalarına duydukları sevgiyi anlatmalarını, sessizce, içim acıyla kanayarak dinledim.
Beni yitirmekten hiç korkmadılar; ...çünkü onlara göre fazla iyiydim; bu yüzden ilk anda vazgeçilebilirdi benden.
Beni terk edenlerden tek isteğim olurdu. 'Ne olur, bir daha beni aramayın! Çünkü ben kolay unutamıyorum.
Çünkü ben size duyduğum o akıl dışı aşk yüzünden keder bahçemi dağıtıyorum. Çocukluğumun o güzel bahçesini.
Böyle derdim onlara ama yine de ararlardı beni...
Soluksuz ve umutsuz kaldıkları bir gece mutlaka akıllarına ben gelirdim...

O, yedek sevgili!

Cemil Ersöz

3 Kasım 2010 Çarşamba

Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar..



Ne hesabını veremeyeceğim bir günüm oldu
ne de vicdanımı lekeleyen bir geçmişim...
Ne hissettiysem onu söyledim , onu yaşadım...
Yaşadığım bir tek andan bile pişmanlık duymadım...
Asla keşkelerim olmadı...


Hiçbir zaman kendimle vicdan mahkemesi yapmak zorunda kalmadım..
Karşıma bazen gerçek yüzler , bazen sahteler çıktı ama olsun ...
ben yine sadece hislerimle yaşadım..
Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim ,
ya da asla birini severken karşılığını beklemedim...
Dostluğuma değer biçmedim , sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim...
Sevdiysem sonuna kadar gittim,bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim...


Bazen çok kırıldım , bazen belki de kırdım...
Ama hata insana mahsustur dedim..
Affettim , af diledim..

Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim..
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler...
Ama asıl unuttukları şuydu...
Ben aldanmadım...
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar...

Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için...
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için......
Oysa ben hiç insan kaybetmedim...
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar..

29 Ekim 2010 Cuma

Avuç içimsin ...


Bir gün Mevlâna eve girer ve hanımı ona sorar;

" Bu kadar Aşıksın Mevlâ'ya, şükürler olsun bu Aşkı yaşayıp yaşatana..! Peki bana ne kadar Aşıksın..?" der.

Mevlâna hanımına şöyle der;

Sen benim; Yaradan’dan ötürü yaradılanı sevişim,

Bir adım gelene on adım gidişimsin

Ve herkesi olduğu gibi kabul edişimsin

Sen benim; bugünüme şükür ve yarınıma dua edişim,

Azla yetinişim, çoğa göz dikmeyişimsin

Ve kapanmayan avuç içimsin...

26 Ekim 2010 Salı

Yaşam ...

Doğrusu hiç aklıma gelmemişti, yüzyıllık bir takvimin dörtte üçünü tüketip, arkamda bırakacağım. Gençken ömür gölünün öteki kıyısı, o kadar uzaklarda görünüyor ki. Ve kıyıya yaklaştıkça, çok yakın görünüyor arkada bıraktığın kıyı. Kıyıları her yolcusuna göre değişip duran, büyülü bir sudur ömür gölü. Bazen düşünüyorum: - Hayat bana ne öğretti, diye. Pek bir yanıt bulamıyorum. Sadece gözlemim o ki, bedelini ödemeden geçemiyorsun ömür gölünü. Ya bedelini peşin peşin ödeyerek yaklaşıyorsun öteki kıyıya; ya öteki kıyıya bedelsiz yaklaşmaya kalkıyorsun ve kabaran dalgalarıyla göl, mutlaka senden çıkartıyor geçişin bedelini. Bazen "başarı nedir", "mutluluk nedir" soruları da takılır aklıma. Ömür gölünden geçerken gördüm ve anladım ki, insanlar bu tür soyut kavramların tanımlamasıyla pek ilgilenmiyorlar. Örneğin kimi servet sahibi olmayı başarı zannediyor, kimi politik paye sahibi olmayı. Bana sorarsanız "başarı"nın çıtası çok daha yüksek. "Kimseye yalan söyleme ihtiyacını duymayacak bir düzeye erişmiş olarak yaşamaktır başarı; dürüst olduğundan ötürü değil, ihtiyaç duymadığından ötürü". Picasso, yahut Einstein; kime karşı duyacaktı ki, yalan söyleme ihtiyacını? "Mutluluk ise, sevdiğinle zamanı süresiz unutmaktır" bence. "Başarı"yla "mutluluk" da pek beraber olmuyor. Mutlular, boş veriyorlar, zamanı başarıya doğru kanatlanarak unutmaya... Ve yine bendenize göre, ömür gölünü geçerken sevdiğin işle uğraşmaktan aldığın lezzet; ondan sağladığın kazancı harcarken aldığın zevkten daha büyükse, pekala "yaşamış" sayılabilirsin. "Varlıklı" olma haşmetiyle gözleri kamaşanlar, görmeyebilirler "var olma" nakışlarının gizli tadını..

Duygular !

Yazmakta olduğum tiyatro oyunlarından küçük bir bölümü televizyondaki 'Küçük Şeyler 'dizisine koyduk.
Söz konusu bölümde satranç oynamakta olan bir karıkoca arasında şu konuşma geçmektedir:
-Erkek:''Hayatım,atını almak zorundayım.''
-Kadın:''Aaaa,alma şekerim,ben onu seviyorum.''
-Erkek:''Ama hayatım,atını almazsam bu oyun satranç olmaktan çıkar.''
Bu noktada ben devreye girip ''Eğer ekek atı almazsa, bu oyun satranç olmaktan çıkar ama aşk olur.'' diyorum.Evet,gerçekten bazen mantığın bittiği yerde aşk başlar.
Pek çok aşk tanımı var,bunlardan bir tanesi şudur:Bizim için değerli bir kişi için mantıklı olmayan bir şekilde davranmayı tercih edebiliyorsak bu aşktır.Satrançta eşinin attını almamak aşk sayılabilir.(Aşk ,karşılıklı olunca galiba daha iyi oluyor.Eğer erkek de diyelim filini seviyorsa ,kadın da onun filini almamalıdır.)İnsanların uzun yıllar sevgililerini beklemeleri,kimilerine göre mantıklı olmayabilir ama bekleyenlere göre aşktır.Cinsel aşkın yanı sıra başka aşklarda vardır;mesleğinize ,sanatınıza aşkla bağlanabilirsiniz.Geceler boyu uykusuz kalıp minnacık bir fırçayla yüzlerce nokta oluşturmak,kimilerine göre mantıklı değildir ama size göre ,bana göre aşktır.Sizin kollarınızı kaldırıp kendı etrafınızda dakikalarca dönmeniz ,kimileri için mantıksızdır ama bu, bir Mevleviye göre ve bana göre aşktır.Bir bebeğin veya felçli hastanın kakasıyla uğraşmak bir açıdan mantıklı olmayabilir ama bir anne için,bir evlat için veya bir hemşire için,bu da bir aşktır.
Ben böyle düşünüyorum:Çocuğum veya öğrencilerim sözkonusu olduğunda ,zaman zaman ,belki de sıklıkla ,mantıklı olanı duygularıma üstün tutarım.Çünkü onların gelişiminden ben sorumluyum,onlara rehberlik etmek zorundayım.Bu yüzden onların iyiliği için bazen mantık duygularımdan önce gelebilir.
Ancak,annem,babam veya eşim söz konusu olduğunda durum değişir.Onlara karşı duygularımı mantığımdan üstün tutarım,çünkü onların gelişimlerinden,terbiyelerinden ben sorumlu değilim.Diyelim ki annem araba yolculuğunda şurada oturmak istiyor ama orada oturması pek mantıklı değil,diğer koltuğa oturmamız daha kolay,daha mantıklı.Bu konuda annemi ikna etmeye çalışmam,bu şeyin benim mantığıma uyup uymaması önemli değildir,eşime mantıklı geliyorsa veya sadece o öyle istiyorsa,konuyu tartışmam.Aynı duyarlığı eşimde bana sergiler.

Üstün DÖKMEN

19 Ekim 2010 Salı

Abraham Lincoln'un, Oğlunun Öğretmenine Yazdığı Mektup



Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona:

Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona
. Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.

Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...
eğer yapabilirsen;
ona kitapların mucizelerini öğret.
Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...

Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi...

Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.

Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.
Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...

Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona.

Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.
Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...
Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.
Ona nazik davran ama onu kucaklama.
Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.
Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun,
Bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.

Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret.
Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır...
Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım...
O ne kadar iyi, küçük bir insan,
oğlum..."

5 Ekim 2010 Salı

Sen sen ol ...


Kimseyi değiştiremezsin hayatta.
Ve kimse için de değişmemelisin.
Kimliğini kaybettiğin an yaşamını çöpe attın demektir. İstemediğin sürece hiçbirşey için ödün vermeyeceksin hayatta.
Gün gelir verecek bir şeyin kalmaz çünkü. Her şeyi sen istediğin için yapacaksın, başkası senden istediği için değil.
Ve sen, sen olarak kaldığın sürece senin yanında olanlar da mutlu olacaktır.
Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle.Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil. Herkesin gidebileceği biryol vardır.
Sen yeter ki yanında yer ayırmayı bil.
Ne sen kimse için mecburi istikametsin, ne de bir başkası senin için…
Seninle gelmek isteyenleri yanına al. Belki beraber daha çok şey katabilirsiniz bu hayata.
Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında, zorlama kendini.
Hayat rahat insanlarla güzel.
Ve hayat hak ettiği gibi yaşandığında güzel...

7 Ağustos 2010 Cumartesi

GEL DE NASIL GELİRSEN GEL!



Ey benim eksik yanım, ey bu yüreğin eşi!
Bitir, bitmez hasreti, ne olur bu akşam gel!
Geceleri aydınlat, kovup batan güneşi,
Bitir, bitmez hasreti, ne olur bu akşam gel!

Başkasını sarmadan beni saran kolların,
Gel de sil izlerini, boşa geçen yılların.
Geri dönmek çok mu zor, dönülmez mi yolların?
Bitir, bitmez hasreti, ne olur bu akşam gel!

Günden güne eriyor, benim başka canım yok,
Bir sen yoksun yanımda, zaten başka yanım yok.
Dert yâda söylenmiyor, bir tek anlayanım yok,
Bitir, bitmez hasreti, ne olur bu akşam gel!

Hiç çekinmem kendimi ateşlere atarım,
Sen istersen ömrüne bu ömrümü katarım.
Gerekirse uğruna cihanı da satarım!
Bitir, bitmez hasreti, ne olur bu akşam gel!

Sıla gibi olmuyor, kanma yaban eline,
Benim için sen varsın, bu hep böyle biline!
Ne söylerse söylesin, bakma elin diline,
Bitir, bitmez hasreti, ne olur bu akşam gel!

Duvarlar canlanarak üstüme yürümeden,
Ölüm yüklü bulutlar dağları bürümeden.
Bedenim toprak olup, eriyip, çürümeden,
Bitir, bitmez hasreti, ne olur bu akşam gel!

4 Ağustos 2010 Çarşamba

ÇOBAN ÇEŞMESİ




Derinden derine ırmaklar ağlar
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi
Ey suyun sesinden anlayan bağlar
Ne söyler su dağa çoban çeşmesi

Göynünü Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca
O hızla dagları Ferhat yarınca
Başlamış akmaya çoban çeşmesi

O zaman başından aşkındı derdi
Mermeri oyardı, taşı delerdi
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi

Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu
Kerem'in sazına cevap veren bu
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda
Ateşten kızaran bir gül arar da
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi

Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar
Tarihe karıştı eski sevdalar
Beyhude seslenir, beyhude çağlar
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

2 Ağustos 2010 Pazartesi

BİTEN BİR AŞKTAN SONRA...



Hiçbir şey daha kötü olamaz
Kötü biten bir aşk sonrasından
Ahrazlaşırsın, gölgelenir nesneler
Her telaş ıssızlık taşır biraz
Kabahatli bir çocuk gibi çıkarsın
Sokağa, ki sokak puslu, alıngan
Kalbinden daha tenhadır dünya

Tenhadır sığındığın bütün kıyılar

Odan dağınıktır, tütün kokuyordur
Okusan da dilsizdir kitaplar
Bir fotoğraf düşer ansızın
Cam kesiği gülüşlerdir kanayan
Pencerende solgun bir ayışığı
Mahçup bir duruşla bakarsın
Susarsın. Sükût iyi gelir belki.

'AHMET TELLİ'

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Anladın mı?


Hicran destanını kendinden oku,
Mecnun'dan duyup da rivayet etme.
Aşkın Leyla'sını gördünse söyle.
Söz temsili bulup hikayet etme.

Yüz bin Leyla doğar alemde her gün,
Senin aradığın zevk, sefa düğün.
Tutacağın işi önceden düşün;
Daha ilk adımda nedamet etme.

Sevdanın oduna pek güvenilmez,
Tutuşurşan eğer kolay sönülmez.
Bu yolun hükmüdür geri dönülmez,
Canına kıymazsan seyahat etme.

İyi bak kabına, olmasın delik,
Boşuna taşırsın ,gider gündelik.
Anında olmalı, ettiğin iyilik,
Alem duysun diye, inayet etme.

Kabe'den maksadın varmaktır yara,
Kör gibi tapınma, kara duvara,
Hızır'ı ararsan kendinde ara,
Bulamadım gibi rezalet etme.

Muhabbet herkesin aklını çelmez,
Gönül viranesi kolay düzelmez.
Alemden çekinme bir zarar gelmez,
Sen kendi kendine hıyanet etme.

Şen şatır gönlüne hicran dolmasın,
Gençliğin gülşeni gamla solmasın.
Neyzen gibi aklın yarda olmasın,
Özründen çok büyük kabahat etme.

Neyzen Tevfik

29 Haziran 2010 Salı

.........Gülle Muhabbet



Nedir ey kırmızı gül, böyle cilveli bakış?
Yârinin dudağından yoksa bûse mi çaldın?
Dikenin mi acıttı, kanadın nakış nakış.
Gördün mü yaptığını beni hicrâna saldın.
Neresidir vatanın, bilinmeyen diyâr mı?
Kimdir seni ilk öpen, yoksa sevdalı yâr mı?

Nedir bu güzel koku, maşukun teri midir?
Ne oldu utandın mı? Yanakların kızardı.
Mahcubiyet gereksiz, burası yeri midir?
Sendeki soylu duruş ezelden beri vardı.
Akan ne çığlık çığlık çektiğin ah-u zâr mı?
Senden ayrıldı diye şeydana intizar mı?

Nedir o şebnem midir? Sakın 'gözyaşım' deme,
Gelen mutlak gidecek, bitirip imtihanı
Ve nihai karara erdirecek mahkeme.
Gönüllerin sultanı terk eyledi cihanı.
Köklerine yurt olan bu küçücük mezar mı?
Yaradanım bu sonu kötü olsa yazar mı?

Salın ey gül rüzgârda, yazda, kışta, baharda.
Mest olsun cümle canlar, seni resmeden kalem.
Eğme sakın başını, yakışmaz intihar da.
Seninle şenlenecek efkârlanınca âlem.
Kıyma damlalarına, yaprakların pınar mı?
Acılı gözyaşınla kara toprak kanar mı?

Merhametle işlendin, Rabbim’ den armağansın.
Gönlü bizâr bülbülün solmayacak sevdası.
Uzat başını göğe, bulutlar aşka kansın!
Tanımasın hiç kimse elem keder ve yası!
Şarkıda geçse adın gönülleri yakar mı?
Paylaşalım derdini, yetecek kadar var mı?

Çekinme ey gül söyle kavuşmamak mı derdin?
Ferhat Şirin’e erse, sürer miydi efsane?
Aşkların güzelini tüm dünyaya gösterdin.
Mahşere kadar bekle! Burası çilehane.
Ne sanmıştın bizleri, vurulacak şikâr mı?
Boynumuz kıldan ince, dikenin zülfikâr mı?

AFET KIRAT

20 Haziran 2010 Pazar

Aşkımı bir sır gibi senelerce sakladım...



Gündüzüm seninle gecem seninle
Beyhude geçti bu ömrüm derdinle

Aşkımı bir sır gibi senelerce sakladım
Geceleri rüyamda ismini sayıkladım

Sevgilim saçların zannetme solmaz
Dünyada sevenler bahtiyar olmaz

Aşkımı bir sır gibi senelerce sakladım
Geceleri rüyamda ismini sayıkladım

9 Haziran 2010 Çarşamba

Eğer...



O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!

Can Yücel

7 Haziran 2010 Pazartesi

Ateşsiz Odunu Yanar mı Sandın !


Selam verdin çıktın birden karşıma,
Açtığın yaralar diner mi sandın?
Meddah oldun girdin gönül çarşıma,
Kukla oynatmayı hüner mi sandın?

Kaskatı vicdanın hep kin güderken,
Sevdamla eğlenip, alay ederken,
Arkana bakmadan çekip giderken,
Kırılan kalp sana döner mi sandın?

Düşürsen de beni dönen çarkına,
Su yerine çamur dolar arkına,
O zaman varsan da işin farkına,
Su olmadan ateş söner mi sandın?

Karabaş koyundan olur mu teke?
Konuşamıyorsun olmuşsun keke!
Boşuna uğraşma çıkmaz o leke,
Kara katranı sen tiner mi sandın?

Biçare kalarak seni beklerken,
Bırakıp da gittin durup duruken.
Tekrardan dönmemi ümit ederken,
Ateşsiz odunu yanar mı sandın?


Abbas Yurt

25 Mayıs 2010 Salı

G A L L E R Y...


Merhaba arkadaşlar!
Çok güzel bir resim galerisi adresi buldum ve sizinle paylaşmak istedim
Resimlerin tamamına yakını farklı bir bakış açısına sahip.
HD kalitesine sahip bu resimleri sizinde görmesini istedim.Örnek bir resimle merakınızı da arttırmak istiyorum !

Saygılarımla...
http://gallery.artofgregmartin.com

20 Mayıs 2010 Perşembe

İrlanda Duası...



Tanrı size ...
Her fırtınaya, bir gökkuşağı
Her gözyaşına, bir gülücük
Her kaygıya, bir vaat
Her derde,bir destek
Hayatın verdiği her problemi
Paylaşacak vefalı bir arkadaş
Her iç çekişe, güzel bir şarkı
Ve her duaya bir cevap
Versin

Müzik Gruplarının Eski Dilde İsimleri...

Alphaville - Kûy-ı elif
The Beatles - Haşaratü´l hamam
İnfected Mushroom - Mantar-ül marazziye
Iron Maiden - Bakire-ül teneke
Bluesaint - Aziz-ül mai
Queen - Hanım Sultan
Metallica - Şirket-i hayriye
Guano apes - Meymun´ül def-i hacet
Pink Floyd – Pembe muvakkithane
Deep Purple - İşkembe-i kübra
Mor ve Ötesi - Eflatun vü berisi
50 cent - 50 akçe
Sugababes - Sübyan-ı şeker
Cranberries - Kıran beri iz
Spice Girls - Baharadül avrad
Massive attack- El hücum
Metallica - Kalay-ı hümayun
Red Hot Chili Peppers - Densiz beynamaz nebat
Hepsi - Topyek´un
Mfö - Malumat-ı Füruş Örfen
Destiny´s Child - Velet-ül mukadderat
Abba - Elifbabaelif
Bulutsuzluk Özlemi - El insaf ya nejad
Alcatrazz - Mekan-i zindan
Manga - Cüdded-ü aksa-i şark
Kim bunlar - Merak-ül beşer

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Dunning-Kruger Sendromu...

Televizyon izlerken birilerine bakıp da "Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş" diye düşündüğünüz oldumu hiç?
Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı?; onlara bakıp "Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?" diye iç geçirdiniz mi?

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li bu hissi çok yaşamış olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:
"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."
Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:
· Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
· Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimin-dedir.
· Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
· Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.
Bitmedi...

Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...
Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.
Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayan-lar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.

Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:
“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!
Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur.
‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür.
Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler...Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar..."
Ne olur fazla mütevazi olmayın!...

"Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...
Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil olmamalarıydı".

Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel'in bir sözüyle bitiriyorum:
“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”

28 Nisan 2010 Çarşamba

Bir nasihat...


Ey Oğul!


Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar,
uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç,
ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima
sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğügibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve
adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdumu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek
ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.

22 Nisan 2010 Perşembe

Unutma Ki...



Sen uykusuzluk nedir bilir misin
Tırnaklarınla yastığını parçaladın mı
Gözlerini tavana dikip
Düşündüğün oldu mu bütün gece
Ve bütün bir gün
Belki gelir ümidiyle bekledin mi hiç
Gelmeyince
Seni aramayınca
Ölesiye ağladın mı
Sonra çekilip en koyusuna yalnızlıkların
Ona ait ne varsa
Bir bir hatırladın mı

Sen günden güne erimeyi bilir misin
Dev bir ağacın vakarı içinde ölmeyi
Bir teselli aramayı
Issız parklarda, tenha sokaklarda
Ve bütün bir şehir uyurken uzaklarda
Deli divane yollara düşüp
Yaşlanmış bir köpek gibi
Eskimiş bir gömlek gibi
Atılmışlığını hissettiğin oldu mu
Sevmekten
Günler geceler boyunca yürümekten
Elin ayağın yoruldu mu

Sen yalnızlığın acısını bilir misin
Unutulmak bir hançer gibi saplandı mı sırtına
İçinde kıskançlığın zehirli çiçekleri açtı mı
Bütün gururunu çiğneyip
Sevdiğinin geçtiği yollarda
Bastığı toprakları eğilip öptün mü
Sen çaresizlik nedir bilir misin
Sen yokluk nedir gördün mü
Yanan başını
Duvarlara vurup parçalamak geldi mi içinden
Sen her gün bin defa öldün mü

Böyleyim diye ayıplama beni
Bir gün kendimi
Sonsuzluğun koynuna bırakırsam
Yaralı ve yenik bir asker gibi
Darılma
Unutma ki
Her seven isimsiz bir kahramandır
Unutma ki
İnsan; sevebildiği kadar insandır.


Ümit Yaşar Oğuzcan

20 Nisan 2010 Salı

"Evlilik sevgiyi öldürmez"

Sevgi çok yumuşak , sıcacık bir duygudur. O başka biriyle dans etmektir. Diğerinin de dansın ne olduğunu bilmesi gerekir. Başka birisiyle uyuşmak büyük sanattır. İki insan arasında bir armoni yaratabilmek... iki insan iki farklı dünya demektir. Ve bu iki dünya birbirlerine yaklaştıklarında aralarında bir uyum oluşmazsa büyük gürültü kopacaktır. Ve mutluluk, sağlık ve uyum hep bu sevgiden ortaya çıkar. Sevmeyi öğren. Evlenmek için acele etme, önce sevmeyi öğren. Önce büyük bir sevgili ol.

Ne zaman ki birisinin varlığı, sadece varlığı - başka hiçbir şey değil, başka hiç bir şeye ihtiyaç olmadan, hiç bir soru olmadan sadece varlığı senin mutlu olman için yeterli ise... Bir şeyler içinde çiçek açmaya başlar, bin bir tomurcuk patlar... O zaman seviyorsundur ve ancak o zaman gerçeğin yarattığı tüm güçlükleri göğüsleyebilirsin. Birçok acı, birçok kaygı - onları geçip gidebilirsin ve sevgin hep daha fazla, daha fazla çiçek açmaya devam edecektir. Çünkü şartlar seni daha da cesur yapacaktır. Ve tüm bunların üstesinden gelirken sevgin de çok daha güçlü olacaktır.
Sevgi sonsuzluktur. Şayet orada ise, büyümeye devam edecektir. Sevginin bir başı vardır, ancak bir sonu asla yoktur.

Alıntıdır.

16 Nisan 2010 Cuma

Muhtelif Aşıklar...


Aşkı anlamak ve anlatmak zor. Herkesin aşkı yaşama şekli de farklı... Bazıları aşkı çoşkulu, neşeli ve hayatın vazgeçilmez bir rengi olarak yaşar. Bazılarının aşkı yaşama şekli tedavi gerektirecek kadar yoğundur ve takıntılıdır.

Uzmanlara göre kimi yalancı, kimi şüpheci, aşkı yaşarken. Kimi kendine olan aşkını çoğaltmak için yaşar aşkı... Kimi oyuncudur, kimi aşka bağımlıdır, kimi kuralcıdır, kimi de çekingen... İşte tedavi görmesi gereken aşıklar!

Şüpheci aşık

* Çok kıskançtır, sudan sebeplerle aldatıldığı şüphesine kapılır, zihni hep ihanete uğrayacağı düşüncesiyle meşguldür.
* Ketumdur, kendini kolay kolay açmaz, duygu ve düşüncelerini paylaşmaz.
* Söylenenlerin ve görünenlerin arkasında başka şeyler olduğunu düşünür.
* Çok alıngandır, çabuk kırılır, sinirlenir, gücenir.
* Kindardır, yapılanı kolay kolay unutmaz.
* Mizah duygusu zayıftır, şakadan anlamaz.


Yalancı aşık

* Toplum kurallarına uymaz, kanunla başı derde girer.
* Kendi çıkarları ve zevki için insanları kandırmakta sakınca görmez. Takma ad kullanabilir.
* İsteklerinin hemen olmasını ister. Beklentilerini erteleyemez. Uzun vadeli plan yapamaz. Kız kaçıranlar, kadın dövenler genellikle bunlar arasından çıkar.
* Sorumsuzdur. Belli bir işte uzun vadeli barınamaz. Mali yükümlülüklerini yerine getirmez.
* Pişmanlık duygusu yaşamaz. Başka birine zarar verdiyse, birini incittiyse, ya bunu önemsemez ya da haklı gerekçeleri olduğunu düşünür.


Kendine aşık olan aşık

* Çok önemli biri olduğunu düşünür. Başarı ve yeteneklerini abartır. Yeterli başarı ortaya koyamadığı halde üstün biri olduğunun kabul edilmesini bekler.
* Zihni sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik veya ideal aşk hayalleriyle meşguldür.
* Özel ve biricik olduğuna, sadece başka özel veya statü sahibi kişiler tarafından anlaşılabileceğine veya bu kişilerle birlikte olması gerektiğine inanır.
* Aşırı beğenilme ve takdir edilme ihtiyacı içindedir.
* İmtiyazlı olduğu inancındadır. Kendisine özellikle iyi davranılmalı, beklentileri kayıtsız şartsız karşılanmalıdır.
* İnsanları sömürür, kendi çıkarları için başkalarını kullanmaktan çekinmez.
* Başkalarının duygu ve ihtiyaçlarını anlamaz, anlama çabası da göstermez.
* Başkalarını kıskanır, ama başkalarının kendisini kıskandığını düşünür.
* Kibirli ve kendini beğenmiştir, insanları küçümser.


Oyuncu aşık

* İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsızdır.
* Cinselliğini ön plana çıkarır, baştan çıkarıcı ve tahrik edici davranır.
* Duyguları yüzeyseldir, sığdır, hızla değişir.
* Dikkat çekmek için dış görünüşünü kullanır.
* Üslubunda ayrıntılara yer vermez. Anlattıklarında dış görünüşler hakimdir.
* Hal ve hareketleri abartılıdır. Oynuyormuş hissi uyandırır.
* Telkine müsaittir. İnsanlar ve şartlar kendisini kolayca etkiler.
* İlişkilerin olduğundan daha yakın olması gerektiğini düşünür.


İstikrarsız aşık

* Gerçek veya hayali terk edilme tehlikesine uğramamak için müthiş çaba harcar.
* İnsanlarla ilişkileri yoğun, aşkları tutkuludur. Ama istikrarsızdır. Bir gün sevdiğine aşırı değer verir, ertesi gün yerin dibine batırır.
* Düşünmeden ani hareketleri vardır. Aşırı para harcayabilir, beklenmedik anda beklenmedik kişilerle seks yapabilir, madde kullanabilir, bazen çok yemek yiyebilir.
* İntihar düşünceleri, davranışları ve tehditleri sıktır. Kendi kendisine zarar verebilir.
* Duyguları istikrarsız, hatta fırtınalıdır. Şiddetli huzursuzluk, gerginlik dönemleri yaşayabilir.
* Müzmin boşluk duygusu içindedir.
* Uygunsuz ve şiddetli öfkeye kapılabilir. Sinirini kontrol edemez.
* Stres durumunda hastalık derecesinde şüpheci olabilir.


Bağımlı aşık

* Günlük kararlarını bile başkalarına danışmadan, bol miktarda nasihat ve güvence almadan veremez.
* Hayatının önemli alanlarına ait sorumlulukları başkalarının yüklenmesini bekler.
* Destek ve onaylarını kaybetmekten korktuğu için başkalarının fikirlerine katılmadığını söyleyemez.
* Projeleri başlatamaz, işlerini kendi başına yapamaz. Çünkü kendine güvensizdir. Aklının ve becerilerinin yetersiz olduğunu düşünür.
* Yalnızken çok rahatsız ve çaresizdir. Çünkü kendi kendine bakamayacağından korkar.
* Bir ilişkisi bittiğinde acilen başka bir ilişki arayışına girer. Çünkü bakım ve desteğe muhtaçtır.
* Yalnız kalmaktan aşırı derecede korkar.


Mükemmeliyetçi, kuralcı aşık

* Zihni ayrıntılarla, kurallarla, listelerle, düzenle, organizasyonla, şemalarla sürekli meşguldür. Hatta bu yüzden çoğu zaman asıl yapması gereken işi yapamaz.
* Mükemmeliyetçidir. Hedeflediği standartlar hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği için, projelerini bir türlü bitiremez.
* Kendisini işe ve verimli olmaya adamıştır. Eğlenceye, hobilerine, arkadaşlarına vakit ayırmaz.
* Ahlak ve değerler konusunda çok titiz ve katıdır.
* Eskimiş ve değersiz eşyalarını, duygusal anlamları olmasa bile atamaz.
* Her işi kendisi yapmak ister. İnsanlar kendi kurallarına tamamen boyun eğmediği müddetçe başkalarıyla çalışmak istemez.
* Cimridir. Ne kendisi ne de başkaları için para harcamaz. Para, gelecekte uğranabilecek felaketler için biriktirilmesi gereken bir şeydir.
* İnatçıdır. Esneklikten uzaktır.


Çekingen aşık

* Bunların arasından büyük platonik aşıklar çıkar. Dolayısıyla çekingen aşık çoğu zaman karşımızdaki kişi veya bizi terk eden sevgili değil, tanımadığımız gizli hayranımızdır. Ancak, bazıları bir şekilde sevgili edinebilirler. Bu kişilerin özellikleri şunlardır:
* Eleştirilme, kabul görmeme, reddedilme korkusu büyüktür. Bu yüzden başka insanlarla yoğun temas gerektiren işlere girmez.
* Sevildiğinden emin olmadıkça insanlarla temasa geçmez.
* Utanma veya alay edilme korkusuyla yakın ilişkilerin içinde bile rahat değildir.
* Toplumsal ortamlarda eleştirilme veya reddedilme korkusu zihnini sürekli meşgul eder.
* Yeni ortamlarda ve yeni tanıdıkları kişilerle beraberken rahatsızdır. Çünkü kendisini yetersiz hisseder.
* Kendisini sosyal açıdan noksan görür. Kişiliğinde çekici bir taraf bulunmadığını, başkalarından aşağı olduğunu düşünür.

12 Nisan 2010 Pazartesi

SENİ SEVİYORUM..


Gece boyunca devam etti ruhumdaki deli fırtına.
Bir kere sevmişim seni,
durmuyor dilim.Sağanak yağmur gibi coşuyorum,
taşıyorum,sana koşuyorum...
SENİ SEVİYORUM..
Yangın yeri şu anda yüreğim.Ellerinde tutuşan bir alev oldum.
Acil olarak istiyorum seni hep.
Zaten aşkımızın kalp atışlarıda yükseldi.
Tam zevkin doruğundayız.
"Yaşam destek ünitesi"lazım olabilir geceleri bana.
Senin elinden tabii ki.
Eğer bir gün yağmurda ıslanıp gelirsem yanına
SIRILSIKLAM….
ve çocuk gibi konuşmaya
başlarsam değdir dudaklarını dudaklarıma
dilsiz ellerinle sarmala sar beni..
Aşka dair ne varsa şarkılardadır diyorum,
kapatıp gözlerimi dinliyorum ,
seni çağırıyorum,sana koşuyorum
SENİ SEVİYORUM…
Kaç fırtınalar atlattı bu yürek,
kaç yangınlar geçirdi.Ama şu anda fırtınaların en delisini,
en tatlısını,en güzelini buldu
ve bırakmaya hiç niyeti yok Fırtınanın içinde kalmış,
kolu kanadı kırık,küçük bir serçe gibi uçuyorum ,
konuyorum,sana koşuyorum
SENİ SEVİYORUM…
Senin hatırına dönüyor bu dünya,senin için,
aşkımız için dönüyor sende biliyorsun bunu.
Sensiz tadı tuzu yok hayatın,
sensiz duruyor bu dünya,gönlüm talan,yüreğim viran,
deli fırtınanın içindeyim şu an,
üşüyorum,donuyorum,gücüm tükeniyor,
yoruluyorum,seni arıyorum,sana geliyorum,
SENİ SEVİYORUM…
Akıp gelen su gibi seviyorum seni..
Sevdam gizli kaldı gece yağmurunda,
farzet ki çağlar ötesi,
farzet ki insan yüzü görmemiş yani kirlenmemiş,
temiz,tertemiz gönlüm gibi,
sevgim gibi,sana olan aşkım gibi,yürüyorum ,
koşuyorum nice engeller aşıyorum,seni arıyorum,
SENİ SEVİYORUM…
Sensiz,geceleri nikotin yağıyor usul usul ciğerlerime
ve kapalı yerde kalma korkusu başlıyor bende ..
Atıyorum kendimi sokaklara,
sabaha doğru,
ömrümün en kısa,ömrümün en uzun,ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyorum,
sana geliyorum,sevgi kokuyorsun sonunda,
kendimi buluyorum bedeninde,sevgiyi teninde buluyorum
SENİ SEVİYORUM…
Tanrının Kırbacı her gece yüzümü kırbaçlıyor..
Ama ben yine seni anıyorum,andıkça kırbaçlanıyorum.
Vazgeçemiyorum senden,
paylaşamıyorum seni.
Ağlamak yakışmaz ama ,
artık ağlıyorum.
Seni bir serçenin gözyaşları kadar çok ama çok seviyorum.
Hani serçeler ağladıklarında ölürlermiş ya,
son bir nefes alıyorum,
veriyorum,alıyorum ,veriyorum ve
ÜÇ LAF EDİYORUM..ÜÇÜNDE DE
SENİ ÇOOOOK SEVİYORUM...

Boşver Be Yaşı Başı…



Boşver be yaşı başı!
Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?..
Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
Sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?
Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,
Gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
Gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.


Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
Ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında,
Bırak aksın yollarına.
Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.
Sen inan yüreğine,
Hem ona geçmezse kime geçer sözün?..
Büyü büyü… bak ellerin ayakların kocaman.
Aklın da maaşallah yerinde,
E ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,


Boşver yaşı başı,
Aşk var mı aşk, sen ondan haber ver?
Takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
Atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir
Kış günü, öl gitsin…
Parayı pulu savurup,
Bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,
Savrul gitsin…


Boş ver be yaşı başı, kim tutar seni kim,
Kendi yüreğinden başka kim?.
Aklını al da öyle git,
İster bir duvara, ister bir od aya, ister kıra
Bayıra vur da git.


Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle
Bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
Seveceksen ve öleceksen uğruna…
Yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa…
Yaş 70′e gelse bile, hayat daha bitmemiş.
Sen mi biteceksin?
Çekeceksen bile bayrağı,
Yaşadım ulan dibine kadar diyemiycek misin?

Can Yücel

28 Mart 2010 Pazar

Şu öğütlerimi yaz kafana...


Şu öğütlerimi yaz kafana...


Düşüncelerinin ağzı dili olmayacak;
Aşırı hiçbir düşüncenin ardına düşmek yok:çaktırma:
Teklifsiz ol, bayağı olma;
Dostlarının arasında denenmiş olanları
Çelik halkalarla bağla yüreğine.
Ama her zıpçıktı, acemi çaylak arkadaşı da
El üstünde tutup elini kirletme.
Kavga etmekten sakın, ama ettin mi de
Öylesine et ki; korksunlar senden.
Herkese kulağını ver, sesini verme.
Herkese akıl danış, kendi aklını sakla.
Kesenin elverdiği kadar giyin,
Zengin ama gösterişsiz olsun giydiğin,
Sakla vücudunun en güzel yerlerini sevdiğine
Ne borç ver, ne de borç al, çünkü borç vermek
Çok kez hem paranı yitirmektir hem dostunu,
Herşeyden önce de kendi kendinle doğru ol
O zaman, gece gündüze varır gibi,
Sen de aldatmaz olursun kimseyi...

Dualarım, öğütlerim seninle olsun...

Tut Yüreğimden Ustam...


Ustam!
Aklım firarda.
Gözbebeklerimde müebbet hüzün,
Dilimde ay kesiği bir yara,
Düşüm kırık dökük,
Umudumun boynu bükük,
Bir öksüzün omuzlarında sükut.
Yüreğim sana emanet sıkı tut.
Tut ki; kancık pusulara düşmesin.
Bir hain kurşunu gelip deşmesin.

Ustam!
Ne zaman o senin bildiğin zaman,
Ne sevda gördüğün masallardaki.
Eskiden,
Halı tezgahında dokunurdu aşklar,
Nakış nakış, körpe kız ellerinde.
Mendillere yazılırdı isimler,
Yüreklere kazılırdı gizlice.
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar, kavgalar iki kişilik.
Oysa şimdi;
Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
Meşru sevdalardan,
Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
Günahkar gecelerden.

Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır,
Yüzüm yüzümden utanır.

Yorgunum ustam;
Ne katıksız somun isterim senden,
Ne bir tas su,
Ne taş yastıkta bir gece uykusu.
Var gücünle asıl sükunetime,
Çığlığım kopsun,
Uzat ellerini güneşe dokun,
Uyandır uykusundan,
Tut yüreğimden ustam tut,
Tut beni, sür güne...

Serkan Uçar

26 Mart 2010 Cuma

MUTLU OLMAK ZOR MU...


Nefes almak bir mutluluk değil mi?

Hemen bence gerekli mutluluk şartlarını verelim;

1- Asla demeyiniz [ asla asla demeyiniz ::))] !

2- ''ama'' ve ''fakat'' demeyiniz!

3- ''farketmez' ' derseniz yalan söylemiş olursunuz,her şey fark eder.

4- Hiç bir cümlenizin fiili '' mış,miş ''veya ''lar,ler ''veya ''...mişler,mışlar' 'veya ''larmış,lermiş '' le bitmesin,
bunlar sizin bilmediğiniz ve görmediğiniz ,başkasının anlattığı eylemledir ve bunlara göre hareket hem size hem karşınızdakine zarar verir.

5- Başkasının yerine düşünmeyin !!

6- Başkasının yerine karar vermeyin !!

7- Bencilce yaşayın,zaten insan bencildir ve kendisi için yaşar,aksini söyleyip veya düşünüp kendinizi kandırmayın,böylece kim olduğunuzu ve nerede olduğunuzu bilirsiniz. Başkalarına daha az zarar vermiş olursunuz.

8- Pozitif düşünce ile yaklaşın konulara (yapacağım,başaracağı m gibi), ama bu Pollyanna'cılı k olmasın

9- Asla vazgeçmeyin

10- Geçmişi yargılamayın, bir şey kazanamazsınız sadece tecrübe olarak faydalanın ve mutsuzsanız tekrar etmeyin !

11- Mutlu olmak ve ilerlemek için yaşanan şeyleri tekrar yaşamayın,yaşanmış lardan faydalanın (ateşin el yaktığını öğrenmek için elinizi ateşe sokmaya gerek yok,etrafınıza bakmak ve okumak yeterlidir)

12- Kendinize ve etrafınızdakilere - insanlara güvenin onları sevin!

13- Genelleme yapmayınız! (bütün erkeler veya kadınlar gibi)

14- Siz hissetiğinizi yaşayın ,varsın dünya beğenmesin siz beğeniyorsanız yeterlidir.

15- Bir anı yaşamak için yıllar harcamak başarısızlıktır, başarı bir anda yılları yaşayabilmektir.

16- Ben hep veriyorum, almıyorum demeyin,sadece verirseniz,vermeyi bilmediğinizden o hiç bir yere gitmez.
Almasını bilmeyen veremez, vermesini bilmeyen alamaz, ağlamasını bilmeyen gerçekten gülemez, üzülmesini bilmeyen sevinemez.Her şeyin dengesi vardır.

17- Ve karar verin,şu an sizinde yeni bir hayata başlama anınız olsun !!

Çok mu zor bunları uygulamak,bakın bunları yazın ve uygulayın hayatınızın hemen değiştiğini göreceksiniz.

25 Mart 2010 Perşembe

Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?

Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?

Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.

Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?

''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.

Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?

Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...

Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?

Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.

Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?

Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.

Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?

Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.

Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?

Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.

Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?

Nereden bileceksin?

Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.

Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.

Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..

Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...

Can YÜCEL

24 Mart 2010 Çarşamba

Yunus Emre...

Mülk-i bekadan gelmişim, fani cihanı n'eylerim,

Ben dost cemalin görmüşüm, hur-i cinanı n'eylerim.

Vahdet meyinin cürasın, maşuk elinden içmişim,
Ben dost kokusun almışım, müşk-i Hutan'ı n'eylerim.

İbrahim'im, Cebrail'e hiç ihtiyacım kalmadı,
Muhammed'im dosta gidem, ben tercümanı n'eylerim.

İsmail'im, Hak yoluna canımı kurban eylerim,
Çünkü bu can kurban olur, ben koç kurbanı n'eylerim.

Eyyub'layın şu maşukun çevrin tahammül eylerim,
Circis'leyin Hak yoluna çıkmayan canı n'eylerim.

İsa gibi dünya koyup, gökleri seyran eylerim,
Musa-i didar olmuşum ben, len-teranî n'eylerim.

Miskin Yunus maşukuna vuslat bulunca mest olur,
Ben şişeyi çaldım taşa, namus-u arı n'eylerim.

Yunus Emre

Uzağa Sitemler...


Şimdi suçluluğun verdiği pişmanlıkla sen-Üzülme!diyorsun..Ne kolay söylüyorsun...
Hissetmiyorum sıcaklığını kalbinin,buz gibi bir soğuklukla-Ağlama!diyorsun
Ne kolay söylüyorsun..Sevgilim öz ağlamadan göz ağlamaz bilmiyorsun!
Nedenlerimi sonuca bağlamamış,yüklemsiz bir cümle gibi bırakıyorsun..susuyorsun
Susmak cevap değil... sende biliyorsun...
Seni sevdim etme diyorum sen-Hayır!diyorsun ..Ne kolay söylüyorsun..
Sevgilim hayırdan hayır gelmez bilmiyorsun...
Hiç hazetmezdim ''sevmediği ot başında biter''sözünden...
Tarih gibi kaderde mi tekerrür ediyor yoksa?anlamıyorum..
İlk kez acıtmıyor kalbimi ayrılıklar ama giderken acıyacak bir kalpte bırakmıyorsun!
Uzaktakiler bi türlü gelmez,,adım gibi bilirim,hep maniler olur vuslat için..
Sözler verilir ama tutulmaz bilirim.adaması kolay ödemesi zor derler..
Derler de bilmezler umut ışığında aşkla aydınlanmayı kimileri..
Şimdi gel(e)miyorum diyorsun..Ne kolay söylüyorsun..
Şimdi Kilometreleri mi sayayım bizi uzaklaştıran?
Yoksa varlığını hissettirmediğim saatlermi bilemedim sevgili...Tüm eski aşkları hatırla benim için..Kavuşamadıkları için,imkansız-ölümsüz aşk olmadılar sanki?
Gözümde dağlara eşit olman nedendi?Birbirimizi kolay çözüp harcayamamış olmanın verdiği yarım kalmışlık..eksiklik..suya düşmüş hayal binlerce ordusu...
Bunlar mı eşsiz kılan bu aşkı,bilemiyorum hangisi ben çözemiyorum...
Tekdüzeliğe takılmış hayatımdan..dikenli telleri geçememiş..ayrılığa programlanmış aşklarımdan sıkıldım artık..
Sen var git yoluna yakınındakini tercih et uzağına..hayallerin çalınmasın birgün ve umutların da.. yaşama sebebini,sevincini kaybetmiş gibi yoksun kalma ..yada..
Ya da bir gün mutlaka yaşa umudun çalınsın da kal ortada..
Yaşamak varken yaşayamış olmaya...kadere küsmeyi anlarsın sonunda..

Rahel Tan

23 Mart 2010 Salı

Biliyorum Sana Giden Yollar Kapalı...


Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…

Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

Cemal Süreyya

22 Mart 2010 Pazartesi

Sevmek nedir biliyor musunuz?


Sevmek nedir biliyor musunuz?
Âşık olmak canından bir parça olduğunu hissedene kadar aşık olmak nedir biliyor musunuz? Bilmiyorum ama...
Sevmeyi sevilmeyi beklemeyi ve kavuşma ümidiyle yaşamayı bilen biri olduğumu biliyorum seviyorum çünkü sevdiğim gibi seviliyorum
Bekliyorum çünkü insan geleceğini, hayatını beklemez mi?
Onu aydınlatacak olan ışığını beklemez mi?
Kavuşma ümidiyle yaşıyorum çünkü elbet bir gün gelecek ve kavuşacağız gecelerimi aydınlatacak hayali yerinde kendisi olacak aşılması imkânsız gökyüzünde yıldızların yanında olacağız
İnanarak yaşıyorum gün gelecek yanımda olacak
Sevmek bu işte delicesine geleceği günü sabredip son nefesine kadar beklemek
Dayan gönlüm bu da geçecek, geçecek ve gelecek elbet
Dayan gönlüm gün geçecek o gelecek elbet..

Helal et...


ceketimi alıp çıkarken hayatından
üç kelime benden sana
hakkını helal et...
yok artık haybeye çabalamalar
yok artık karşılıksız gülümsemeler
yada ömürden ömür tüketmeler
artık yok iki kişilik fotoğraf kareleri
bir ceketim birde ben boş sokaklarda...

hakkını helal et
et ki bir gönül daha bulabileyim içinde boğulmak için
bir hayat daha söndürebileyim sevda denen girdabın içinde
sert lodoslara salayım yüreğimi
ve kaybolayım gecenin karanlıgında...

hakkını helal et gülüm
bakmasanda gözlerimin içine
gülümsemesende yüreğinin taa içinden
görmesende yüreğimin çırpınışlarını
yinede hakkını helal et...

17 Mart 2010 Çarşamba

Git demiyorum sadece gelme...


Git demiyorum sadece gelme . . .
Biraz uzak dur benden bugün
Hiç bir söz söyleme duymasın kulaklarım dediklerini
Bakma gözlerime öyle
Götürme beni uzaklara;umutlar doğmasın yeniden..
Gülmek istemiyorum bugün içimden gelmiyor işte öylesine gülümsemek…
Sadece biraz sessizlik
Sadece biraz sensizlik aslında..
Açma gönlümün penceresini,yine gelip oturma kalbimin baş köşesine..
Sadece sus biraz öyle...
Ve bakma..
Yine gideceksin çünkü o yüzdendir "Gelme" deyişim.
Zor oluyor artık..
Imkansız gibi..
Acı veriyor...
Gidişinin ardından kendimi avutamamak zoruma gidiyor…
Sana bağlanmak; benim olmadığını bile bile benimsemem gücüme gidiyor...
Farkındayım acı olan bu: ''Herşeyin farkındayım''
Ben sana aidim;ama biliyorum ki: '' Sen bana ait değilsin!!''
Gitmek istediğinde "Dur" deme lüksüne sahip değilim ben
Ama geldiginde gideceğini bildiğim halde sana "Git" ' de diyememek ağır..
''Gelme'' diyemem biliyorsun
Ama anla!!
Gelme ki yine gitmeyesin…
Bakma ki gözlerini,yine benden çekmeyesin..
Gülümseme ki bir daha beni gülüşünle kandırmayasın...
''Git'' demiyorum...
Sadece ''Gelme ..''

16 Mart 2010 Salı

Geri gelen mektup...


Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
herşey silinip kayboluyorken nazarımdan,
yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
gözler ki birer parçasıdır sende ilahın,
gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı.
dinmez! gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
dinmez! ebedi özleyişin bestesidir bu!
hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.

dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
tek bendeki volkanları söndürse denizler!
hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'kaabil'
imkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

mehtaplı yüzün tanrı'yı kıskandırıyordur.
en hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...

hüseyin nihal atsız

15 Mart 2010 Pazartesi

3.Şahıs Madalyanı Boynuna Çoktan Asmıştım Ben


Anlatsam anlar mısın bilmiyorum!
Ama deneyeceğim!
Dün gece Tanrıyla konuştum!
O’na sordum?
Tanrım sol yanı neden bomboş onun?
Gülümsedi..
Sadece her gece başka aşklara pazarlıyor yüreğini diyebildi..

Bir alana bir bedava acılar satıyorum şimdi bu koca şehirde..
Ceplerimde birkaç bakışın kalmış,
Onları sürüyorum merhem niyetine tenime!

Dokunsam anlar mısın bilmiyorum!
Ama deneyeceğim!
Sol yanımdaki acıyı acı ölçerle ölçtüm,
Birinci dereceden yanıklar çıktı,
Sen ise göremeyecek kadar kördün!
Gülüşüme tecavüz eden birisinin gidişini tahrik etmek zorundaydım
Üzgünüm!

Gitmeliydin!
Anlatsam anlar mısın bilmiyorum!
Ama deneyeceğim!
Üvey gözlerinde babasız aşk doğurmaktansa,
Gerçek acıda adam gibi yalnızlık peydahlamayı seçtim ben!
Sen kendini özel isim sanırken,
3.şahıs madalyanı boynuna çoktan asmıştım ben!

Anlamadın sen anladım!
Gözlerinden belli yalnızlığın!
İyi misin diye soracak olursan?
Acı diyelim acı olsun!
Tanrı’nın sol yanına bir yürek koymayı unutması gibi bende unutuldun!

Elçin Gelir

Sen kendini rahat hissettin mi bitmiştir...


Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna
rağmen hala yalnızsan,için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına
koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka
hiçbir ise yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o bahaneler bulmaya hazırdır.Hani ağzınla kus tutsan "Bu kusun kanadı neden beyaz değil?"diye bir soruyla
bile karsılaşabilirsin.Yaptıklarınla
değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman.Bu mahkemede hafifletici
sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.Sen,"Ama senin için sunu yaptım" derken o,"sunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla
karşılaşacaksındır. Üzülme, sen askı yaşanması gerektiği gibi yasadın.Özledin, içtin,ağladın,güldün,şarkılar söyledin,düşündün,şiirler yazdın."Peki o ne yaptı "deme.Herkes kendinden sorumludur aşkta.Sen askını doya doya yasarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yasıyorsa,ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için
uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?Hayati ıskalama lüksün yok
senin.Onun varsa,bırak o lüksü sonuna kadar
yaşasın.Her zamanki gibi yaşayacaksın sen."Acılara tutunarak" yasamayı
Öğreneli çok oldu.Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil... Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki....Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası. Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asıl olan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, yada bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
Nazım Hikmet

12 Mart 2010 Cuma

İyileşmez hiçbir yara bilirsin tortusu kalır...


İyileşmez hiçbir yara bilirsin
tortusu kalır
hangi ses unutturabilir ilk bıçağın yankısını
sende rehin kalmıştır gecenin saplantısı...
hiçbir yara
hiçbir zaman iyileşmez bilirsin...
saklısı kalır
yel esince sızılanır
su susunca ikindilerde herşey vakitsizce gelişir...
birine sevişirsin ötekini düşünürken
sabahları zordur korsan sevişmelerin
eski yaraların ağrır
oysa ne bir iz görünür teninde
ne şiiri ses verir orta kulağında
yalnız bir yürüme isteği vardır
eski yaraların eski yerinde...
kahvaltısı zordur olmasaydı bir sevişmenin
ve hep ten tuzu basmaktır
eski yaraların eski yerlerine ...
hiçbir yara
tam olarak iyileşmez bilirsin...
hangi bakış unutturabilir
ilk bıçağın ışıltısını
karanlıktaki
şairden bir bok olmaz sabaha karşı
sebepsiz hüzünler yazar ehliyetinde
ve ne söylese yalandır alkol kontrolünde
SEVMEK BİZATİHİ YARALANMAKTIR!!!
ve yaralar hiçbir zaman iyileşmez teninde
yanlış vurulmuş bir aşıdan sızar da
diriltir solgun baharları
şiire sebep istemez
şairden bir bok olmaz ve
hiçbir yara
hiçbir zaman tam olarak iyileşmez...
bardaklarda dudak izleri birikir
sahnede eğri büğrü sesler
ve sade bir yürümek isteği tek başına
eski bir yaranın artık gözle görülmeyen izinde...
çünkü hiçbir yara hiçbir zaman tam olarak iyileşmez
çünkü en hızlı hatırlanandır
en eski unutulan
ondan gelen ıtırlar olur yellerde
her esinti bir acılı kokuyu taşır hassas burunlara
savrulur gidersin...
çünkü bilirsin
hiçbir yara hiçbir zaman
tam olarak iyileşmez!
İSTAMBOL

Onulmaz-Yılmaz Erdoğan