Sevgilerim oldu. Başarılar kazandım. Misafirler geldi evlerime... Çılgın, başıboş, şımarık, ihtiras dolu yaz akşamlarım oldu... Sevgi dolu mektupları aldım. Telgraflar, çağrılar... Yolculuklara çıktım. Beni karşılayanlara el salladım sevinçle, içim kamaşarak... İştahlıydım. Arzularım hiç dinmeyecek gibiydi... Doğum günlerimde pastamı keserken herkese ve kendime hak ettiğimizden daha çok şans
diledim hep...
Ama yine de unutamazdım senin kapında bekletildiğimi, beni içeri almadığını, varlığımın en anlamlı, en sahici parçasının sende kaldığını, o ikiye bölünmüşlüğümün derin sızısını unutamazdım, bunun yıllarca süreceğini ve de hiç dinmeyeceğini...
Uzağa, istediğim uzaklara gitme şansım ancak yanında olursam mümkündü. Çünkü ne zaman içime baksam yüzünden geçen bütün zamanları, bütün özleyişleri, yüzünden gerçek dünyaya açılan yolları, başka ve öteki hayatları görüyordum...
Yüzünde varlığımın sende kalan parçasını görüyordum. Böyle zamanlarda yüzünde, acıyla gölgelense de bağışlayan bir gülümseme olurdu. Ve bu gülümseme senin beni bir gün içindeki varlığımla buluşturacağını hissettirdi...
Karşına çıkan herkeste seni aramak... Seni hatırlattığı için birine âşık olduğunu sanmak... Sen olmadığını bile bile, bütün hayatını bu ilişkiye adamak için çırpınıp durmak...
Bunu bile bile yaşamak nedir bilir misin? ...
Düşünsene, ben seninle düşlerimi, heyecanlarımı, çocukluğumu, acılarımı aldattım...
Seni unuturum diye yaşamaya başladığım her aşkı, ben yine seninle aldattım...
Sen beni içine almadığından beri yıllardır ben seninle kendimi aldattım...
Bir tek seni sevdiğim doğruydu... Ve bu doğru yüzünden hayatım yalana battı...
Sen beni dışladığından beri beni sevenlere bir hayalet hediye ettin...
Ve ben en çok onların sevgisine inandım. En çok onlara derinden üzüldüm. Ve hep merak ettim, karşılıksız ve onca yıl bir hayaleti nasıl böylesine sevebildiler diye... Dünyanın iyi bir yer olduğuna ve yaşamak için çok sebep bulunduğuna bu insanların bir hayalete duydukları o akılalmaz, o sonsuz sevgileri yüzünden bir kez daha inandım...
Sorma artık şu halimi acılarım dinmeyecek susuzluğum bitsede gözlerim açılmayacak belki de. Benim gözleri siyah kalbi mavi vicdanı ise ben sevgilim. Sen gökkuşağı sen kardelen bütün renkler senin bütün inatlaşmalar sende ama unutma bir gün belki bir bulut olurum belki gökyüzü belki bir okyanus ya da okyanus da bir damla su...
Seni sevmek, bensiz akip giden hayatina bir yabanci gibi uzaktan bakmak oldu çoktandir... O çocuk ellerinin, bir baskasinin saçlarinda gezindigini, aniden özlemle sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu..
Kendimin bile affedemedigi bir bencillikle, kalbindeki tek askin benimki olmasi için gözyaslari içinde Tanri'ya yalvarmak oldu..seni sevmek..
Seni yasak bir ask gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasinda yasamak oldu, sevmek... Beni hayatindan disladigin için öfke nöbetlerine kapilip, bana bile yabanci gelen, hiç tanimadigim bir sesle sana bagirmak, haykirmak, aglamak, sonra pismanlikla affedip tutkuyla sana tekrar sarilmak oldu...
Yabani bir ot gibi ruhumu sarip sarmalayan öfke ve kiskançlik duygulariyla benligimden uzaklasmayi kendime yakistirmamak, sikisip kaldigim bu karanlik dehlizde, kendi kalbimde, yalnizligimda, sensizligimde, kendi askimla delirmek oldu artik seni sevmek...
Simdi, bu aciya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluga birakip gitmesi için birbirine yalvaran iki yüregiz artik...
"Ayazda Iki Yürek" gibiyiz...
Sen benim sizofren askimsin... Bense senin kanayan vicdaninim...
Affet beni sevgilim... Verdigim sözleri tutamadim...
